31 Aralık 2012

Yeni mi yıl?

Şimdi evet bu bir yeni yıl yazısı ancak içi neşe dolu mutluluk dileyen kelimelerden pek az nasibini alacak. Sonra " Uyarmadı! Bu ne Canlina? " demeyin bana!



Neye neden bu kadar kızdım sinirlendim emin değilim ama bu yıl mutlu mutlu yazılarla kendimizi kandırmak istemedim. "Evet dışarda bir çok kötü şey var ve biz hep onlara şahit oluyoruz alış bunlara!" demeyin. Ki hepimiz yeterince alıştık ama alıştığımız şeylere karşı da durmamız gerekmez mi bazen?

Aslında belli bir şeye karşı sinir harbi yaşamıyorum şu an aksine mutluyum belki de. Ama dün izlediğim bir film bana bunu hatırlattı madem o an karamsarım niye iyimser gibi davranmaya çalışıyorum ki.

 "Her zaman iyimser olamayız ki!"

Filmin temasının bununla bir ilgisi yok ama bu durum benim dikkatimi çekti ve bu yazının sorumlusu o filmdir.

Siz ne kadar iyi şeyler dileseniz de bu yıl ve öncesinde olduğu gibi 2013 ve daha sonraki yıllarda aynı oranda sevinç ve hüzünle geçecek. Yani kendimizi boşuna yoruyoruz. Yüzünüze karşı bunu söylemek istemezdim ama birilerinin de bunu hatırlatması lazım. Mesela benim önceki yılbaşı için yazdığım yazı gayet pozitif ara ara hayalciliğe ulaşmış dileklerimle dolu. Baktım az önce hiçbiri gerçek olmamış yalnızca bikaç tanesi ufak adımlarla ilerlemeye alınmış. Fark ettim ki istemek yetmiyor birşeyler yapmak lazım bir şey yapmak için tembel olmamak lazım. Ama benim bu isteğim gerçek olmamış gayet tembel hissediyorum kendimi ne olacak şimdi :) Yalnız geçen yılı düşününce eskisi kadar üşengeç olmadığımın da farkındayım yalan olmasın.



Hah işte bir de böyle bir durum var. İnsanlar garip yaratık başlarına bu kadar dert açan yeni yılı da kutluyorlar. Haberleri izlemeye korkar olduğum bir ülkede yaşıyorum daha ne diyim ki!


Ayrıca nankörlük mevzusu da var. Daha bi yıl önce hoşgeldin 2012 diye gezinip şimdi sen kötüydün kakaydın diyerek 2013'e sarılıyoruz. Suç 2012'nin mi senin mi bi düşün kardeşim!




Vandalina kimdir nedir çok bir bilgim yok ama şu yaptıkları işe hayran kaldım umarım devamı gelir. Her gün 5 kadın ne demek 2 saniye oturup düşünmek lazım!



Bu yıl hiç kimseye hediye almamış biri olarak bu çizim hem içimi rahatlatıyor hem de üzüyor beni. Ama karamsar havamdan biraz çıkarsam insanın sevgisini göstermesi için kendinden başka şeye ihtiyaç duymaması çok güzel :)

Aslında bu kadar olumsuzluğun varlığı yetti diyorum biraz da umut dolu mu baksam ;



Duvardan ancak böyle bakılıyor galiba bir an yazacak hiçbir şey bulamadım da :) :)


Aydınlık günler kolay kolay gelmeyecek ama biz yine de zorlayalım demişiz. Yağmurla yaşamaya alışmamak lazımsa demek ki.


Umudunu Kaybetme en sevdiğim filmlerdendir. Hala izlemeyeniniz varsa umudunuzu kaybettiğiniz bir anda izleyin :)


Bu derece olmasa da iyi insanlar hala var, umarım onlardan bolca tanıyorsunuzdur^^


Ne olursa olsun böyle içten gülümseyebilmemiz dileğiyle ;)


Not: Sadece sizleri suçlarmış gibi yazdığım cümleler var sakın alınmayın ben onları kendim için de söyledim. Aynılarını ben de yapıyorum. Belki bu akşam içinizde en çok güleniniz ben olacağım hiç belli olmaz yani :)

İkinci not: Fotoğrafların hepsi alıntıdır. Çekenlerin yapanların eline sağlık.

Üçüncü not: Umut dolu kısmı biraz zorlama gibi durmuş ama idare edin, daha güzeli 2014'ün başına!

Dördüncü not: Nedense dün izlediğim filmin adını yazasım gelmedi. Umarım finallerden bir kaçış bulur da tanıtım yazısı yaparım öyle öğrenirsiniz:) Ya da belki bilen çıkar ;)

25 Aralık 2012

Kitapların Kıyısından

Uzun zamandır kitap okurken beğendiğim kısımları buraya da yazmak istiyordum ola ki kitap okumayan birileri bloguma düşerse bu cümlelerden mahrum kalmasın diye:) Yoksa kendim için bir şey istemiyorum zaten bu cümleler aklımda kalsın falan yok öyle şeyler ;))


Paulo Coelho

 * Günün ilk ışıkları tanyerinden yükselmeye başlarken, çoban koyunlarını gündoğusu yönünde sürmeye başladı. 'Hiçbir zaman bir karar vermek gereksinimi duymuyorlar.' diye düşündü. 'Belki de bu yüzden hep benim yanımda kalıyorlar.' Su ve yiyecekten başka bir gereksinim duymuyordu koyunlar. Onların çobanı olarak Endülüs'ün en iyi otlaklarını bildiği sürece, kendisiyle her zaman dost kalacaklardı. Güneşin doğuşu ile batışı arasında eğleşen, uzun saatlerden oluşan günlerin biri ötekinden farklı olmasa da; kısacık yaşamları boyunca tek kitap okumasalar, köylerde olup bitenleri anlatan delikanlının insan dilini anlamasalar da. Yiyecek ve suyla yetiniyorlardı ve bu onlar için yeterliydi. Buna karşılık yünlerini,arkadaşlıklarını ve kimi zaman da etlerini cömertçe sunuyorlardı.'Günün birinde canavara dönüşsem ve tek tek hepsini öldürsem, sürünün hepsini boğazladıktan sonra ancak işin farkına varırlardı.' diye düşündü delikanlı. 'çünkü bana inanıyorlar ve artık kendi güçlerine güvenmiyorlar. Bu böyle, çünkü onları otlağa ben götürüyorum.'

                                                                                       // Simyacı

*  Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.
                                                                                                 // Simyacı

*  Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.
                                                                                                 // Simyacı

*   -Kim ve ne olursa olsun,dedi, yeryüzünde her insan,her zaman,dünya tarihinde başrolü oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu.
Delikanlı gülümsedi. Hayatın, bir çoban için bu kadar önemli olabileceğini hiç düşünmemişti.
 -Elveda, dedi Simyacı.
 -Elveda, diye yanıtladı delikanlı. 
                                                                                                  // Simyacı

*  Çocuk masallarında, prensesler kurbağalara öpücük verir ve kurbağalar sevimli prenslere dönüşür. Gerçek yaşamdaysa, prensesler prensleri öper ve prensler kurbağaya dönüşür.
                                                                                         // Piedra Irmağının Kıyısında

*  Senin de çok iyi bildiğin gibi bu bir geçiş anı, demek geçti içimden. Yasak olan şey. İnsan, bile bile bardak kırmaz. Bir lokantada ya da kendi evimizde, bardakları masanın kenarına koymayız. Kafamızın içindeki dünya bizi, bir bardağı düşürüp kırmamak için dikkat etmeye zorlar.Bu arada kaza ile bir bardak kıracak olursak, bunun aslında hiç de önemli olmadığının farkına varırız,diye düşündüm. Garson, 'önemli değil' der; ayrıca kırılan bir bardağın hesaba ilave edildiğini şimdiye kadar hiç görmedim. Bardak kırmak, yaşamımızın bir parçasıdır ve bunun için lokantada kendimizi hiç suçlamayız.
                                                                                        // Piedra Irmağının Kıyısında



Açıkçası bu yazıya birkaç kitap daha ekleyip öyle yayınlamak istiyordum ama zamansızlıktan artık kitap bile okuyamıyorum doğru dürüst çingular! Bu ay da hiç yazı yazamayınca ve blogumu yalnız bıraktığımı düşününce  aylardır beklettiğim bu cümleleri paylaşmak için dayanamadım beklemeye. İki kitabı da vakti zamanın da çok sevmiştim tavsiye ederim :)

Not: Ve yaşıyorum ben her şeye inat^^

18 Kasım 2012

Mim Turşusu

Şimdi şimdi ben öncelikle bu kadar geç yazdığım için beni mimleyen çingularıma üzgün olduğumu belirtmek isterim ve zamanında beni hatırlayıp mimledikleri için çok teşekkürler.Bu kadar bekletmemin sebebi içimden yazmak geldiğinde yazayım, kuru yazılar çıkmasındı ortaya.Ama artık ne kadar biriktirdiysem turşu yapılacak kadar oldular ben de hadi hayırlısıyla bir kurayım şunu dedim;

İlk mim Irmak'tan devam etmesini istediğim filmler, diziler ve animeler?

Aslında izlediğim bir çok yapım için bunu düşünüyorum ama hepsini tek tek yazamam.Hem aslında tadında bıraktıkları için de ayrı bir severim o dizileri.Devam etselerdi bir yerden sonra eski kalitesini kaybedecekti aklımızdaki kadar güzel kalmayacaktı belki o diziler.

Ama bu mimi ilk duyduğumda aklıma Hiyokoi geldi.Sadece 22 dakikalık bir anime!Tadı damağımda kaldı dediğiniz cinsten tam o karakterleri sevmişken sizden ayrılıyorlar.Şimdi konusundan da bahsetmek isterim ama zaten o kadar kısa ki gidin izleyin bence.Hatta sizin için linkini de buldum; tık tık... Galiba mangası da var ama ben okumadım bilmiyorum.


İkinci mim Hoi Hoi'den kendini kötü hissettiğinde ne yaparsın?

Aslında bu duruma göre değişiyor.
Bazen kötü hissedince hemen geçmesini istiyorum ve bunun için uğraşıyorum.Canlı, eğlenceli parçalar dinliyorum.Hopluyorum zıplıyorum.Üşengeçliğim tutmazsa biraz yürüyorum.Komedi filmleri, dizileri tüketiyorum bol bol :D Aaa bir de o benim üzgün,kızgın olduğum anlarda yanımda yakın bir arkadaşım varsa vay haline! NŞA'da hiç konuşmayan benim çenem açılabiliyor. Beni o hale getirenler için korkunç senaryolar üretip komplo planları kurmamı dinliyorlar.Aslında benimkiler bundan pek rahatsız olmuyor gibi sanki hep desteklerler, ara ara da birlikte yazarız o senaryoları!

Bazense iyice depresyona sokuyorum kendimi :) Yani burdan ne anlıyoruz kendimizi üzen tek insan kendimiziz! Yani ben de böyle.Hiçbir şey yapmıyorum mecburi faaliyetler dışında.Dram kokan şarkılar dinleyip, nerede ağlak film var onu arıyorum.Şu ağlatan filmleri bulmak konusunda uzun zamandır başarısızım ama.Altına yorum yazmışlar ağlamaktan öldüm diye ben de tık yok!Ne oluyor Türkiye?Sorun sizde mi bende mi?


Üçüncü mim yine Hoi Hoi'ciğimden 'blogunuz sizin için tek kelimeyle ne ifade ediyor?'. Çingum şöyle güzel bir yazı yazmış ama benden o  kadarını beklemeyin.Tek kelime de söyleyemem aslında kendimce birçok sebebi var blog açmamın.Ama tek kelime dersek de ilk aklıma gelen huzur, yazmak çok rahatlatıyor beni.



Sonraki mim ise Harmony'den favorilerim nedir?Harmony şurada eğlenceli bir yazı yazmış ama kısaca cevaplayıp işin kolayına kaçıyorum:):)

Favori rengim; sanırsam mavi her tonuna bayılıyorum uçuğuna da lacivertine de^^

Favori hayvanım; bütün hayvanları uzaktan severim. Harmony'nin yazısını okuduğumda bu mevsimde sivrisinek mi olur demiştim ama ben bunu dedikten sonra sivri ile aramda düzenli bir ilişkim oldu hiç terk etmiyor beni :(

Favori sayım; Böyle bir şey de yok aslında ama sayı deyince aklıma ilk 5 geldi 5 olsun bakalım.

Stajda bizim bardaklar hiç güzel değil ama ne su ne de çay bardağı
ikisi arasında bir şey:/
Favori içeceğim; Maden suyu!Sadesi en sevdiğimdir ama meyveliler de hoş.Bir de bu yıl artık mecburiyet haline geldiğinden sürekli çay içer oldum.Birkaç yıl öncesine kadar sabahları 1 bardağı zor içirirlerdi bana.Akşamları kendime çay doldurmaya başlayınca evdekilerin şokunu görmeniz lazımdı.Ne yapabilirim ki artık bağımlı oldum ben de hala çok sevmiyorum ama içiyorum.Bu arada sebebi stajdır!Saat başı çay gelince önüne yok ben içmiyorum diyemiyorsun birinde olmasa öbüründe. Ki zaten çalışıyorsun o kadar biraz rahatlaman lazım ne yapacaksın ÇAY!

Facebook mu Twitter mı?; Aslında ikisinde de pek paylaşım yapmıyorum.Sadece bazı şeylerin takibini kolaylaştırıyor diye kullanıyorum.Ama twitter biraz daha eğlenceli istediğin kadar kendi kendine konuşman serbest sonuçta :)

Tutkum; En son bi çantaya tutulmuştum galiba ama hem ihtiyacım olmadığı hem de tuzlu olduğundan acı da olsa bu tutkuma yavaş yavaş son veriyorum.

Hediye almak mı vermek mi?; İkisinin de olumlu olumsuz yanları var.Eğer seveceğim bir şeyse hediye almak diyebilirim.

Favori günüm;Geçen yıl olsa cuma derdim çünkü ders yoku birşey yoktu mutlu ve huzurluydum.Bu yılsa hiçbir günü beğenmiyorum hepsinde de dolu ve meşgul bir insan oldum çıktım.Ne yapıyorsun deseniz onu bile anlatamam.

Favori çiçeğim; İlk aklıma papatya geldi ama biraz düşünce gelincik de çok güzel.Hem gelinciği koparmak daha zor daha doğrusu mantıksız, koptuğu anda o kırmızılıklar hemen döküleceği için.


Son mimlerimde ortak hem Hoi Hoi hem de Harmony blogumu ödüllemiş :) İkisine de çok teşekkür ediyorum ödül törenine çok geç kalıp onları beklettiğim için de üzgünüm.Bu yüzden ben de bu yazıyı okuyan birileri çıkarsa onlara ödül veriyorum hala benden haberdar oldukları için^^

En kısa zamanda tekrar yazmam ümidiyle özledim buraları;)

17 Ekim 2012

Nerdesin Şekerim? (uzun hikaye)

En zoru ne biliyor musunuz?Bir şeye başlamak!Neyi nasıl ne şekilde yazacağını belli ederek adım atmak.Sonrası eğer sizin için uygun yolsa kendiliğinden geliyor.Şimdi diyeceksiniz ki peki biz şimdi bu konuya nerden düştük?Açıklaması uzun hikaye:) Canlina kişisi olarak ben nasıl başlayacağımı bulamadım ve 54655856 tane fikir üretip hiçbirini beğenmeyince bu çıktı ortaya.Okulum başladığından beri blogumun 1.yaşı dışında hiçbir yazı yazamadım.Aslında çen çen yapacağım yine 54655856 tane konu vardı ama beni şaşırtacak derecede yoğun başlayan okulum buna mani oldu.Her zamanki tembelliğimin eseri değil bu çingularım.Mesela bu hafta derslerimin başladığı 5. hafta ama bana daha 2 hafta bile olmamış gibi geliyor.Sürekli bir yerlere koşturuyorum,bir şeyler için uğraşıyorum.Elime geçense yarım kalmış binlerce şey.Şimdi bile son 3 haftanın staj raporlarını yazmam gerekirken oturdum bunu yazıyorum.Sorumlusuysa Uzun Hikaye dir.Aslında sinemaya da gitmeyip rapor yazmaktı niyetim ama kanıma girdiler 'amaaaan akşama yazarım onları' dedim.İyi ki de böyle demişim ;

Çok Acayip Be Arkadaş^^


Filmi izlemeden önce Uzun Hikaye'nin hoş bir film olacağını tahmin etmiştim ama bu kadarını beklemiyordum.Türk filmlerinde sık sık karşılaştığımız saçma sapan olaylar yaşanacak falan dedim ama korktuğum olmadı.Hatırladığım kadarıyla Dedemin İnsanları'ndan bu yana her şeyiyle içime sinen ilk film oldu.

Hani hayatta hep olsunlar dediğimiz ama bir türlü karşılaşamadığımız insanlar var ya mert,cesur,herkese hakkını veren,paylaşmak nedir bilen insanlar.İşte bu filmde Ali karakteriyle ile hayat bulmuş!
Ali sevdiği kız Münire'yi ailesi başka birisiyle evlendirmek isteyince bu ikilimiz çok manyak bir şekilde kaçarlar.Mustafa adında da bir çocukları olur.Ama dedim ya Ali rahatça yerinde durabilen, haksızlığa göz yumabilen,kendi çıkarından başka şey düşünmeyen birisi değil.İşler böyle olunca da doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar hesabı o kasaba senin bu kasaba benim dolaşıp dururlar,hiç bir yerde uzun süre kalamazlar.Peki bize anlatılan sadece bu mu?Tabi ki değil, Ali her gittiği yerde küçük bir dokunuş ince bir ayrıntı bırakıyor ben burdaydım diyor kendine.Yapmadıklarımdan pişman değil yaptıklarımla mutlu olayım diyor kendine.Münire de aza kanaat getirmek ne demek bilen sevgi her şeye yeter diyebilen biri.Mustafa mı?Mustafa da babasının oğlu işte :) :)

Oyunculara gelirsek;

Kenan İmirzalıoğlu'nun (Ali) tamamen ne dizisini ne de bir filmini izlediğimi hatırlamıyorum.Ama afişi görünce çok yakışmış bu tarz ona dedim.Oyunculuğu hakkında hiç konuşmayım bile.Bu kadar tatlı gülümsediğini ilk defa farkettim.O gülümsemeleri o kadar içten o kadar samimi ki!Beni de hayranları arasına aldı^^ Bundan sonra kendisini bol gülümsemeli haliylen başka filmlerde görmeyi çok isterim.Gülümsemesinin yanısıra o kendini içine çeken enerjisi konuşma şekli de ben benden aldı.Başlığım yani 'nerdesin şekerim?' Ali'den çalıntıdır,çok sevdim napim! 'Be arkadaş' da bir süre dilime dolanacak gibi ;))

Tuğçe Kazaz(Münire) adını ilk duyduğumdaysa 'bu kızı da sırf güzel kontenjanından almışlar saflar!' demiştim ama kısa da sürse onun oyunculuğunu da çok beğendim,hiç beklemezdim ondan ne diyelim tebrikler hanım kızımız yetenekliymiş de;)


 
Mustafa rolündeyse 3 farklı oyuncu vardı.Gerçekten birbirine benzeyen kişileri seçebilmişler.Çocukluk dönemindeki şeker çocuğumuzun adı Taha Yusuf Tan'mış.Oyunculuğuna, şirinliğine,

' yazıyo yazıyo abiler yazıyoo sinemayı yakıp Münire'yi kaçıran Bulgaryalı Ali'nin destanını yazıyooo '

diye bağırışına bayıldım.Sonraki dönemde Mustafa rolündeyse Batuhan Karacakaya yani hepimizin bileceği şekilde Aşk-ı Memnu'nun Bülent'i vardı.Beğendim onu da.Üçüncü Mustafa'mızsa Ushan Çakır, Leyla ile Mecnun'un  aaaarda'sı :) O saçının ucundaki favori kesimiyle ne kadar tipsiz görünse de zamanın modası deyip onu da bağrıma bastım.Zaten yaptığı onca romantik tavırlardan sonra onu sevmemek mümkün mü? :D :D
Bir de her komik sahnede arkamda tıstıstıs diye gülen bir insanoğlu olunca!!Be arkadaş film zaten güldürüyor eğlendiriyor üstüne sen de tıstıstıstıs aaarda gülüşü çekince ben kopmadan nasıl duruyum yerimde.İşin acayip yanı bence bu sesi aaarda taklidi yapmak için değil gerçekten çıkarıyordu ;);)

Daha değinemediğim bir çok yan karakter oyuncusu var ama onlara başlarsam çıkamam bu işin içinden.Şöyle söyleyim filmin tamamında oyunculuğunu beğenmediğim tek kişi olmadı.Kötü karakterlerden nefret eden ben burada onları bile yeteneklerinden dolayı sevdim 'ohaaa yaa nasıl bu kadar iyi yapıyor bunu' demedim değil.

Film başlar başlamaz beni ilk vuran noktaysa yeni tanıdığı birine iyi adam deyip güvenebilmeleri oldu.Dedim bari bu aynı kalabilseydi o zamandan(Şimdilerde yıllarca tanıyorum dediğine güvenemeyebiliyorsun yazık bizlere).İzleyen varsa hatırlar müdür için dediği yoook şerefsizin teki lafıyla da kalbim ve zihnime girmeyi başardı film.

Filmin sonunda çalan parçamız ise bu imiş.Filmde söyleyen Cem Yılmaz değildi ama bu versiyonunu daha çok sevdim sanki ben :)

Çok ciddi bir film analizi olmadı.Zaten amacımda buydu; seveceğinizi farkedin gidin kendiniz izleyin istedim.Umarım ikna olmuşsunuzdur!Kesin bak kesin gidiyorsunuz!O kadar mimim birikti yazmadım geldim bunu yazdım gidin izleyin bak kesin tamam gidin be arkadaşlar :D

Not; Filmin kitabı da mevcut okumadım ama okuyanlar çok beğenmiş ben de okumayı düşünüyorum.

Dip not; Çingularım gördüğünüz üzere mimlerim hala aklımda ama yazmak ne zamana nasip olur bilemiyorum belki günler sonra belki yarın belki yarından da yakın.Neden mi?
Uzuuuuun hikaye :)

En dip not; Neyi atladım neyi atladım diye düşünüp duruyordum.Buldum sonunda!Ali'nin düşünce biçimini aslında filmin vermek istediği mesajlardan birini.Rakı sofrası kuruyon cumaya gidiyon nası insansın sen Ali? Aslında bu nokta yani aralıkta kalma noktası, onun bunun şunun doğrularıyla değil de her konuyu birbirinden bağımsız kendi düşüncenle ele alma işi.Bir çok insan bunun farkında değil ama en zor işlerden biri bence bu.Taraf tutmak kolaydır benimkiler böyle diyor seninkiler şöyle der çıkarsın işin içinden.Ya tarafın yoksa?Çekersin Ali gibi.A tarafı seni ezmeye çalışır B tarafı sen benden değilmişsin diye bakmaz yüzüne.Aslında iyi ki ikiside sevmez seni.Sırtını birine dayamak gitmez zaten senin hoşuna!Tam olarak söylemek istediğimi anlatamadığımı düşünüyorum ama siz beni anlamışsınızdır umarım.Anlamadıysanız gidin filmi izleyin be arkadaşlar orada anlarsınız kesin^^


Daha daha dip not; Bu Ali'den bir tane daha tanıyan varsa bana müracaat edip bağış yapabilir hiç çekinmeyin :)

En kısa sürede tekrar görüşmek üzereee^^




10 Ekim 2012

Canlina 1 Yaşında^^

Yaklaşık iki yıl kadar önce blogları takip etmeye başladım.O yazıdan bu yazıya atlayıp duruyordum.Kiminde hüzünlendim kiminde sinirlendim çoğunlukla da eğlendim,güldüm.Aynı kişinin farklı yazılarını okumak onları yavaş yavaş tanımak da hoşuma gitti.Sonra dedim ki ben onları biliyorum ama onlar benden habersiz!Üstelik benim de hakkında konuşacak bir çok konum var! ''Hmmm...Acaba?'' sorusu böyle aklıma düştü.Şimdi işim var şu geçsin öyle bu geçsin böyle derken çok zaman geçti.En sonunda 10 Ekim'de daha da onu bunu beklemeyeceğim açıyorum blog dedim ve gitti :) Şimdi de 1 yılı tamamladık beraber :) Bazen burada bazen çingularımın bloglarında Owl City ve Carly Rae Jepsen'ın deyimiyle harika vakit geçirdim;



Yazdıklarımı okuyan,yorum bırakan herkese çok teşekkür ederim.Daha uzun uzun yıllar boyunca beraber harika zamanlar geçirmek dileğiyle^^

12 Eylül 2012

Çok üzüme vurduysam kendimi^^

Üzüme çok vurmadım ama çok diziye vurduğumdan eminim.

Geçen pazar günü dengesiz yaşamamın ve beslenmemin bir bedeli olaraktan azıcık hastalandım.Önemli bir şey değil acili boylayıp iğnemi yiyince kendime geldim sayılır.Şimdiye kadar hiç acile gitmemiştim bir değişiklik oldu işte ama yine de gitmenizi tavsiye etmem.Çok karışık ne nerde nasıl oluyor anlayana kadar canınız çıkar.Babam gelmeseydi yanımda ben pes eder geri dönerdim.Zaten hiç de gidesim yoktu kendi kendime iyileşmeyi öğrenmem lazım artık.Sebebini tahmin edemediyseniz bakınız; deneyimler

neden bu kadar şekersin sen?
 Genelde erken uyanırım annemin deyişiyle hortlak gibiyimdir.7 dedin mi Canlina uyanık bir ara 8 gibi uyanmaya başlamıştım nasıl sevinmiştim tahmin edemezsiniz :) İşte bir de böyle hasta olduğumdan galiba 3 gündür horozları geçtim.İnsan 5te uyanır mı?Bu pazartesi ben uyandım.Yapacak bir şey de olmuyor sağa dön sola dön böyle yarı hayal yarı rüya aleminde yol alıp durdum.Yani uymadığıma eminim ama kendi kendime hayal de kurmadım daha çok rüya gördüm gibi.Haftasonu da Gaksital'i bitirmişim tabi.Neler oldu söylemeye gerek yok Joo Won'la Gaksital'i çektim baştan.İşkence odasına girmedim galiba ama isyan çıkardığımı hatırlıyorum.Özetle Kore'yi Japonlardan kurtardım ben efendim :)

Bu kadarla yetineceğimi sanmadınız değil mi?Salı günü de kale kuşattım.Bu da aşırı Leyla ile Mecnun almanın yan etkisi.Ülke sahibi felan oldum.Üstelik ülkemde Metin'in kalesiyle Bozcaada Kalesi karışımı bir şeydi.Doğal olarak benim de halkım yoktu ama komşuluk ilişkilerini geliştirmek adına yan ülkeleri ziyarete gidip duruyordum.Bir de şimdi bakınca hatırladım benim zaten Bozcaada Kalesi'nde gözüm varmış efendim.O yazımda fotoğrafın altına yazmışım para falan çıkarsa piyangodan satın alıp yaşayacakmışım orada :)

neden ben de kendi çapımda Fatih olmayım?

Bugünde Oguri Shun'laydım.Yani Rich Man Poor Woman'dan Hyuga Toru'yla :) Annesini bulmasına yardım ettim.O derece alçak gönüllüyümdür.Kore'yi kurtarırım ülkem vardır ama zavallıcığında çaresiz kalmasına dayanamadım dindirdim anne özlemini.(Diziyi izleyenler şoka girebilir tabi şimdi zavallıyı Toru için sıfat olarak mı kullanmış? omo omo O_o )

Hasta olmamın iki iyi yanı var; Hayal dünyam hastayken çok genişliyor benim.Böyle korkunç,eğlenceli,garip,komik rüyalar görüyorum.Aksiyonsa zaten hiç eksik olmuyor tahmin edebileceğiniz gibi.Sabah bunları birde evdekilere anlatıyorum komple kopuyoruz :) Diğer iyi yanıysa evde senden iş bekleyen yok.'Kızım bulaşığı kaldır,yatağını topla,çamaşırları as,baban gelecek daha bir salata yapmamışsınız.' denmiyor bana.Şimdi böyle yazınca iyi olmama üzüldüm.

Bir de ben bazen seri rüyalar görüyorum size de oluyor mu merak ettim?Yani arada haftalar falan da olsa diğer rüyanın devamı gibi.

Bu arada bahsettiğim 3 dizi de birbirinden güzel şiddetle tavsiye ederim^^

5 Eylül 2012

Esir Şehrin İnsanları!

Bu yazı için kitabın adından daha güzel bir başlık bulamadım.Kemal Tahir neyden bahsettiğini o kadar basit bir şekilde özetlemiş ki resmen 'dur yapma Canlina hiç anlatmana gerek yok' diyor bana.Ben yine de elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım size ;)

Sürekli kitap okuyan ben bir şey fark ettim ki uzun bir süredir hiç romanlardan bahsetmemişim burada.Nasıl yaparım diye bir düşündüm ve cevabı buldum.Serenad ve Semerkant'tan sonra dişime göre ayıla bayıla okuduğum sadece birkaç kitap oldu.Hatta şimdi düşündüğümde bir tane kitap adı geliyor aklıma.Onu da filmini tekrar izlersem bir gün o zaman yazacağım.

Esir Şehrin İnsanları'na dönersek;

Kamil Bey ve eşi Nermin paşa çocuklarıdır.Şimdiye kadar maddi zorluk ne demek hiç karşılaşmamışlar kenarından bile geçmemişlerdir.Birinci Dünya Savaşı onlar İspanya'dayken başlamıştır.Bu yüzden Kamil Bey'de savaş boyunca Madrid'de elçi olarak çalışmıştır.Savaşın bitmesiyle İstanbul'a dönme kararı alırlar.Zaten maddi durumları savaş yüzünden derinden sarsılmıştır.İstanbul'a döndüklerindeyse eski bir konaktan başka adamakıllı bir mirasları yoktur.İlk geldikleri günler Nermin'in halasının yanında kalırlar sonraysa Kamil Bey'in isteği sonucu harabe haline gelmiş konağı biraz elden geçirip oraya yerleşirler.Kamil kendisini gereksiz ve faydasız işe yaramaz hissettiği bir dönemde eski arkadaşları Kamil'e Karadayı gazetesinde çalışmasını teklif ederler.Tabi ki romanın anlatmak istediği bu olaylar dizisi değil: Ülkesine döndüğünde Kamil'in iç hesaplaşması,nerede nasıl durması gerektiğine karar verme çabaları...

Kamil, Galatasaray Lisesi'nde okumuş bir kaç yabancı dil bilen tam anlamıyla dürüst,kendi yağında kavrulan bir insandır.Kendi yağında kavrulmak daha çok orta halli aileler için kullanılıyor ama buraya en uygun ne düşer bilemedim.Çevresiyle hep iyi geçinen hani kötülük nedir bilmez insanlar var ya işte onlardan.Ülkesinin bulunduğu durum ve ailesi arasında hep bir ikilemde kalmaktadır.Bıraktığı ve bulduğu İstanbul'u çözmeye çalışırken yapması gerekenin ne olduğunu anlamak için uğraşır.Nermin ise kendi rahatından başka hiçbirşey düşünmeyen klasik bir zengin kızıdır.Onun ne savaş umrundadır ne de ülkeyi geri kazanmak için çabalayanlar.Tek isteği Kamil ve Ayşe'yle birlikte eskisi gibi mutlu mesut yaşamak.

Nedime Hanım Kamil'in gazeteyi beraber çalıştırdığı Anadolu'daki hareketi destekleyen kararlı ve güçlü bir kadındır.Kamil'in arkadaşı olan kocası Ankara'yı desteklediği için tutuklanmıştır.Zaten Karadayı Gazetesi Mustafa Kemal taraftarı yazılar yayınladığı için mimlidir de.

Yazımın buradan sonrasında yorumlarım,düşüncelerim olacak eğer ''Spoi'' yemek istemiyorsanız okumayabilirsiniz;

*Kitaba ilk başladığımda Kamil'in zengin oluşu savaşa gitmemesinden dolayı ana karakter bu olamaz dedim.Sonuçta çok önemli bir olaydan bahsediyoruz ve bu süreçte keyfi yerinde dolaşanlarla ilgili şeyler okumak canımı yakardı.Ben ona tamamen zıt bir karakter beklerken Kamil'in Karadayı'da çalışmaya başlaması beni şaşırttı.Yani oraya gelene kadar Kamil'in hangi duygular içinde olduğunu çoktan anlamıştım ama onu Anadolu için bir şeyler yapmaya itecek çevresinde hiç kimse yoktu.Tek başına hangi adımı atıp ne yapabilirdi ki?

*Nermin'i kitaba ben ona uyuz olayım diye koymuşlar.Tamam kızım zenginsin umrun olmaz aklın basmıyor olabilir ama en azından kocanın yaptığı işlere gram ilgi göstersen.Adam resim yapar kendince karalıyor işte dersin,gazete çıkarır bir kez okumazsın.Ne yapıyorsun sen ayıptır sorması?Bütün gün evde oturmaktan sıkılıyorumdan başka laf çıkmıyor ağzından.Madem sıkılıyorsun bir şeyler yap.Tek bildiğin alışveriş yapıp para harcamakmış galiba.Eee tabi para da bitince yapacak işin kalmadı di mi?Kamil de ben de senin şu tutumuna anlam vermek için çok uğraştık o seni biraz haklı buldu ama ben ikna olamadım.Bir an için kendimi senin yerine koydum.Tamam çoğu şeye ilgisizim,tembelim,kayıtsızım ya da en azından elimden bir şey gelmez diyerek umursamıyorum ama bu kadar da olmaz ki!Kocan hapse girmiş bu yüzden.Aç da bir gazeteye bak ne olur?İki haber götür ona ne olur?

*Halagiller size komple gıcık oldum tek derdiniz kendinizi kurtarmak.Tamam gidin savaşa katılın demiyorum size ama gizliden de olsa biraz yardım etseniz bi yeriniz mi incinir?Onu da yapmıyorsunuz bari bu kadar yabancı taraftarı olmayın!


*Nedime Hanım hamile haliyle bu kadar içten çalışırkense sevindim.Böyle biraz tezcanlı, çocuksu sevinçleri, üzüntüleri, heyecanları, her iyi haberi kocasına yetiştirmeye çalışması...Sonradan onun salaklığı ve Niyazi'ye güvenmesi Kamil'in başını fena yaktı ama :/

*Niyazi, karşıma çıksa bir kaşık suda boğacağım insan sen o kötü laflar saydıklarımdan daha berbatsın!Nedime'yi onu bunu şunu herkesi kendine inandır.Bir de güzel hikaye yazmışsın ki geçmişine kimse senden şüphelenmez.Seni bu kadar sayıp seven birine nasıl sırtını döndün ? Pardon öyle bir şey yapmadın ya direk bıçak saplamıştın di mi?

*Kitapta en hayran olunası kadın Fatma'ydı.Fatma'ya , Ramiz kurtuluş için çabalamaya nasıl başladığını anlattığında bittim!Kitaptan biraz alıntı yaparsam;

'Nutuk...Biz hepimiz ağlaştık!Akıllı kadınlar kara bayraklar yapmışlar.Erkeklere ''Eğer vatanı kurtarmayacaksanız, örtülerimizi siz örtünün!'' diye bağırdılar.Biz ağlaştık.Sade biz değil, aramıza bir de Fransız bahriyelisi karışmıştı.Halimizi görünce gavur askeri de ağladı.''dilimizi anlamayan gavur askeri imana gelirse...''dedim can başıma sıçradı.'

Hani bir ara geçmişte hangi zamana ışınlanmak isterdiniz falan gibi bir mim dolaşıyordu bloglarda anında bu geldi aklıma.Sultanahmet Mitingi'ni görmek isterdim ben.O atmosferi oradaki insanları hissetmek isterdim.


*Kitabın sonu beklediğim gibi miydi?Emin değilim fakat çok gerçekçi bir son olmuş.Bir an için Kamil Bey kendi kendine 7 yıl derken ben bile bu muydu yani dedim.O kadar emeğin sonunda al 7 yılı!Ben Nedime'ye ilk kez o zaman kızdım.Adamcağızı ziyaret edemese bile bir haber göndermeliydi en azından.Kitap daha bir çok belirsizlik bıraktığı için emin de olamıyorum belki devam kitaplarında bundan bahsediyordur.Nedime ve Niyazi'ye ne oldu yani?En kısa zamanda devam kitaplarını bulup okuyacağım bakalım cevabımı alıyor muyum;)

*Kemal Tahir'in o dönemi tüm boyutlarıyla -bazıları kısa da olsa- yansıtmasına bayıldım.Dönemin 'esir şehri' her telden insanıyla çıktı karşıma.Kurtuluş Savaşı için çaba gösterenler,yardım ediyormuş gibi görünenler,manda isteyenler,aydın kesim,halk kesimi,kadınların farklı farklı tepki vermeleri,savaş dönemi,bazılarının önce kendi çıkarını düşünmesi...Yine de romanda beni en çok etkileyen Kamil Bey'in kendi içinde yaşadığı durum oldu.Boş boş durup ülkenin elden gitmesini mi izlesin?Hamile bir kadını ele mi versin?Kendi yaşamı ve ailesi mi yoksa vatan mı?Kahramanlık sayılacak bir davranış sergilediği halde yazar onu  tek düşünceye sahip yansıtmamış.Geride bırakacaklarını da anlatmış.Kararsızlıklarını dökmüş ortaya!

Spoiler bitti!!


Bu yazıyı yazarken bir şey fark ettim.Kitaplardan sürekli duyduğumuz Halide Edip'in Sultanahmet Mitingi konuşmasını hiç okumamıştım.Nasıl oldu bu hala anlam veremiyorum.Bu kadar önemli bir şey herhangi bir sınıfın tarih kitabında neden bulunmaz?Saçma saçma şeyleri bölüm sonlarında okuma parçası yapacaklarına bunu koysalardı ya?Yoksa ben mi fark etmedim eğer göreniniz duyanınız varsa haber versin,özür dileyim.Ama tek bu değil tarih kitaplarımız cidden her önemli olayı anlık yaşanmış basit şeylermiş gibi anlatıyor.Ben bu mantığa anlam veremiyorum.Hahhahaha aslında bir anlam vermem gerekir değil mi?Bu kadar saftirik olmayım!Şu günlerde sevgili hükümetimiz üniversitelerdeki zorunlu İnkılap derslerini kaldırmak istiyormuş ben de gelip burada niye bunu yazmıyorlar niye şunu yazmıyorlar diyorum.Oldukça komik!(İlgili haberi okumak için: tık tık ) Gerekçeleri ise zaten bu dersleri lisede gösteriyorlarmış meslek derslerine daha erken başlanmalıymış.Bir kere lise de o gördüğü dersleri tam anlamıyla kavrayan kaç öğrenci var ki?Hem madem biz o konuları gördük biliyoruz bize daha yakın tarihten bahsedin daha hoş olmaz mı?Ben konuyu iyice dağıtmadan asıl söylemek istediğime beni kızdırana geçecek olursak neredeyse 30 dakikadan fazla Halide Edip Adıvar'ın Sultanahmet konuşmasını aradım nette.Hiç bir sitede adamakıllı şekilde -en azından ben bulamadım- yazılmamış.En uzun halini ekşi sözlükte buldum vaktiniz varsa lütfen okuyun; Halide Edip'in Sultanahmet Mitingi konuşması

16 Ağustos 2012

En Eski Anım (mim)

Şimdi çok zevkli ve aylardır düşünmediğim kadar düşünmeme sebep olan bir mimle karşınızdayım:)Başlıktan da anlayacağınız gibi mimin konusu hatırladığım en eski anım.Ben de balık hafızalı bir insanım.İkisi birleşince benim baya baya düşünmem gerekti.Aslında hiç şikayetçi değilim eskiyi düşünmek çok eğlenceli geldi.Hatırlayım diye de biraz fotoğraflara falan bakınca gülme krizine girecektim az daha.Evet bundan önce de kırk defa bakmışımdır onlara ama her bakışımda başka bir şeyler buluyorum :D Beni mimlediği için egosantrikrapsody'ye çok teşekkür ederim!

Yine de ne kadar uğraşsam da ben 4-5 yaşımdan geriye gidemedim.Eskiden oturduğumuz yerde bir dut ağacı vardı.Bütün mahalleli işi bitince orada oturur çene çalardı.Biz çoluk çocuklarda oralarda oynardık.Evlerden bebekleri oyuncakları kap gel hemen!Çamurdan az yemek yapmadım hani :) İşte orada kardeşim, arkadaşı(Esra) ve ben ayakta durmuşuz.Esra'nın babası Beşiktaş'lıdır.Esra da öğrenmiş birkaç bişey ben beşiktaşlıyım şöyle de böyle de diye anlatıyor.Babam o zamanlar futbolla pek ilgilenmezdi.O yüzden kardeşimle ben de bildiğimiz tek takım olduğundan BJKliyiz biz diye dolanırdık.Bir gün teyzemlere gittik.Kuzenim de bize sormuş hangi takımı tutuyorsunuz diye.Bizim cevap belli zaten.O da diyor GS'ı tutun.Bizdeki de inat değil mi beşiktaşlıyız diye diretiyoruz.Sonra hatırladığım tek şey beni balkondan aşağı salladığı!Cimbomlu olmazsanız atarım sizi bak tehditleri!Beşiktaş canımdan kıymetli değil ya o günden beri Galatasaray'ı tutuyorum :) E tabi buna tutmak denirse maçları falan pek takip etmem de yalnız yendiğimiz zaman Fenerlileri kızdırma kısmını seviyorum ;)


Sonra küçükken ben sık sık hastalandığımı hatırlıyorum.O yüzden sürekli babamın iş yerinin doktoruna giderdik.Dönüşte de yakın diye Samanpazarı'ndan yürüyorduk bir kaç silik fotoğraf gibi bir şeyler var aklımda.Ama dönüşte otobüsün hep kalabalık olduğunu unutmuyorum.Her seferinde başka bir teyzenin amcanın kucağında olurdum.Ve tabi klasik soru 'Sen benim kızım olur musun?Götüreyim seni bize?'


Bu sefer tam yaşımdan eminim.İnsanın doğum günü her yıl uğramayınca naparsın?! 4. yaşımı kutlamak için teyzemler dayımlar falan hep bize gelmiş.Herkes de doğal olarak bebek almış bana.Benim ağzım kulaklarımda tabi.Düşünün babam da üçlü bebek seti almış ; annesi var,ablası var,küçük kardeşi var!!Daha ne olsun :D :D Bütün hepsini bebek arabasına bindirip bahçede dolaştırdığımı hatırlıyorum.Evde sıkılıyorlardır temiz hava onlara da lazım.Ama tabi bebeklerim için hayat hep böyle güllük gülistanlık geçmedi.Bir gün ne için hatırlamıyorum kardeşimi evde arıyorduk bi türlü ortalarda görünmüyor.Acaba dışarı mı gitti bu kız nerde falan derken yakaladım onu!Hanımefendi benim bebeklerimi almış annemlerin yatağının duvar tarafında biraz boşluk vardı oraya girmiş oturmuş benimkileri parçalıyor.Etraf bi sürü kol bacakla dolu!!Bir süre ortalarda görünmedi mi artık nerde ne yaptığını biliyorduk.Kıskançlık falan diye değildi bence, bir şeyleri karıştırmayı pek seviyor kendileri.Zaten kolu falan çıkardıktan sonra takmaya uğraşıyordu galiba.Ama onun bu huyu yüzünden bebeklerim hep en üst rafa kondu ulaşıp alamasın diye ama ben de alamazdım ki bunu nasıl unuturlar o_O


Son olarak da kağıdı kalemi çok sevdiğimi hatırlıyorum.Kömürlüğümüzün tam yanında asma vardı.Ona basaraktan kömürlüğün çatısına çıkar otururdum.Orada kendimce bir şeyler karalıyordum resim falan çiziyordum.Bu arada resim falan deyip hafife almamam lazım sonuçta babamın iş yerindeki duvarlarda sergileniyordu :)
Okula başladıktan sonra da hikaye kitaplarımı alıp çıkardım çatıya.Babamlar da bahçede otururlardı ciddiyetle onlara okurdum hikayeleri.Bir de ben tam hatırlamıyorum ama annem diyor okula gitmeden önce kendi adımı, dedemin, babaannemin adını falan yazmayı öğrenmişim.Evin duvarlarını isimle doldurmuşum.Deli etmişim annemi.Bence güzel bir şey bu annem açısından olmasa da :D :D


Sıra geldi mimi paslamaya yazmak istersen merakla bekliyorum yazını Hoi Hoi ^^


Fırat çok zeki yaa ;));))

10 Ağustos 2012

Ben? (mim)

Sanırsam görüp görebileceğim en kısa postum bu olacak :) Çingu Patapuff beni işte şuracıkta mimlemiş.Anladığım kadarıyla bu yazıyı okuyan sizler beni bana anlatacakmışsınız.O zaman soruyorum nasıl bilirsiniz beni?Aaa bir de tek kelimeyle olacakmış.

Hadi,tamam bakmıyorum ben :)

Unutmadan mimlenen çingular; Harmony , Egosantrikrapsody , Hoi Hoi Irmak , Mydestiny ...Hadi size kolay gelsin^^

5 Ağustos 2012

Rüzgar Gülünün Ucunda ;) -mim:içimdeki ses-

İşte dem bu demdir:) Şimdi yazdım yazdım yoksa benim elim gitmeyecek bir türlü klavyeye.Uzuuuuuun uzuuuuun yıllar önce develer tellal pireler berber iken inekler hendekten atlayıp balıklar su içerken...Bir saniye galiba yanlış kanala bağlandık!Ama ne yapalım uzun uzun deyince insanın aklı masallara gidiyor :) Özetle uzun bir süredir ortalarda görünmeyen Canlina kişisi artık bağını bahçesini özledi ve geri geldi :D Gitmeden önce Agasshi beni mimlemiş içimdeki sesi sormuştu.O zamanlar sadece merak merak vardı.Staj nasıl olacak?Sıkılır mıyım ki orada?Kendi başıma niye iş açtım?Otur oturduğun yerde Ankara'da yap stajı!Yok yok emin ol oradaki staj buradan iyidir.O olmadı gezer eğlenirsin!Vik vik vik vik vik vik :D Bakalım neler diyor şimdi bu içimdeki ses?

İyi ki gitmişim diyor tabi :D Zaten elimden gelse dönmeyecektim ben! Çok yalvardım otobüsçü amcaya at beni buraya sen yoluna devam et dedim.Bak tekerini patlatırım dedim.Hangi insan evladı birine bunu yapar dedim.Önce sevdir kendini sonra ayır!İşin şakası gerçekten sevdim orayı.Mezun olunca Canlina'yı sıkıysa bulun Ankara'da.Zaten hain planlarımı yaptım bile.Bir ilde 1-2 yıl falan çalıştıktan sonra tayin isteyeceğim vermezlerse de onları sinir edip sürdürürüm kendimi yine ulaşırım amacıma.O kadar güzel yer beni beklerken ben hep aynı yere çakılıp kalmamalıyım.Beim kişiliğimi düşünürsem hayalim pek gerçekçi değil fakat imkansız da değil.Olumsuz-bağlı-üşengeç tarafımı ara ara izne gönderebiliyorum sonuçta.Bakınız kanıtı ^^


Rüzgar gülünün ucuna binip dönesim vardı.Her şeyi oradan izleyesim vardı.
Mantıklı değil mi ama?Önün deniz zihnin ferah dert yok tasa yok birazcık adrenalin.Hmmm yalnız adrenalinin birazcık olacağı konusunda şüphelerim var ya neyse.Lunaparka gitmeyi mi özlemişim ne :)


O kadar sessiz sakin güzel bir yer ki!Ama öğrendiğime göre bir şirket çevresini yavaş yavaş satın almaya başlamış.Bir otel yapıp para kırmak için süper yer!Umarım daha uzun süre dokunamazlar buraya.Ve isteyen istediği gibi gidip gelebilir.Üstteki kemer de hemen yakınında.

Elime bi kitap verip beni şu banka oturtunca bundan güzel kare olmaz.

Leyla'nın babası gibi bir gün piyangodan çok para çıkarsa ben de bu kaleyi alıp içinde yaşasam mı ne?

Güzel olduğunuz kadar tuzlusunuz da!
Yani ölmeyeceğimi bilsem tam şurdan atlayasım var.Çok eğlenceli olurdu:)Zaten filmlerde falan insanların neden böyle yerlerden atladığını anlamış bulunuyorum.Amaç intihar falan değil inanmayın sakın!Rüzgar uç deniz yüz diye bağırıyor ondan^^
Don Kişot burada yaşayamazdı sanırsam hangi birinizle savaşacak.

İşte ben bunları bırakıp evdeki LYS tercih dönemini kucakladım.Ne kadar hoş değil mi?Cadı -kardeşim olur kendileri- bu yıl sınava girdi de.Ben kendi tercih zamanımda bu kadar stres olduğumu hatırlamıyorum arkadaş!Benimki karambole geldi daldan budaktan bir liste oldu bari Cadı aynı şeyi yapmasın diye uğraşıp durdum.Peki başarabildim mi?Tabi ki hayır.Babamın bu tercihlerin bitmesine bir saat kala değişiklikleri bizi öldürecek bu gidişle.Bende de bu seferde aynısını yaptı.Emin değilim benim için değiştirmiş olmam iyi oldu galiba da bakalım bu sefer ne olacak.Değişmeseydi Cadı'yı endüstri mühendisliği okuyacaktı bu sefer uluslararası ilişkiler gelecek tahminimce.Ahh farkettiniz değil mi birbiriyle çok bağlantılı bölümler!Babamdan kaynaklı sanmayın ikisine de kardeşim düşünüyor.Neden geldikten sonra bu kadar geç yazdığımı da anlamışsınızdır herhalde burayı sinir boşaltma alanına çevirmeyeyim dedim.Neyse ki geçti gitti bitti!Umarım hangi bölüm daha hayırlıysa o gelir benim Cadıma ;)

Bunların dışında içimdeki ses hala kafan karışık senin diyor.Kaç tane diziye animeye başladım yakında sayısını unutacağım.Bir de artık ders mers sorunu olmadığından Cadıyla birlikte izliyoruz ortak birşey bulmak da zor olabiliyor.Ben diyorum komedi o diyor aksiyon ben diyorum ben diyorum kaliteli o diyor çerezlik.Tabi o çerezlik demiyor ben diyorum onun izlemeyi düşündüklerine :D İyi ki çok uyuyor da o uyurken bakıyorum ben de.Bu sabah Poongsan'ı izledim.Kim Ki Duk filmi olduğu için ben bile kendimi o ruh haline hazır hissettiğimde bakıyorum.O yüzden Cadıya sormadım bile.İzleyemez sıkılır sıkılmazsa üzülür.Çok fazla Kim Ki Duk filmi izlemedim ama bence onun filmleri yalnız izlenmeli.Hem filmin içine daha rahat girersin hem filmdeki sessizlik,huzur bozulmaz hem de yanındakilerin saçma yorum yapma ihtimali olmaz. 

Poongsan'a gelirsek beklediğimi fazlasıyla buldum.Kısa bir an aşk üzerinden mi gidecek sadece diye şüphelendim ama yanıldığımı hemencecik ortaya koydu.Kuzey Kore-Güney Kore durumuna da süper yorumlarda bulunmuş.İzlemeyen varsa şiddetle tavsiye ediyorum.


Boş Ev'den sonra beklediğimden çok fazla replik vardı (Bir zamanlar şöyle yazmışım Boş Ev hakkında).Ama yine inatla erkek başrolü konuşturmadı.Böyle daha mı havalı diye düşünüyor ki?Böyle düşünüyorsa da doğru düşünüyor tabi :) Ve yine adamın geçmişi ile ilgili hiçbir şey yok.Siz düşünün bu insanlar nasıl bu hale geldi diyor.Aslında yine doğru düşünüyor bence.Kaç yüz bin tane geçmiş yazdım zihnimde ben :) Ve ben hala şaşkınlıklar içindeyim.Başrolün Yoon Kye Sang (yani The Greatest Love'daki doktorcuğumuz) olduğunu internetten bakmasam anlamayacaktım.Ne kadar farklı durmuş filmde.Film boyunca gözüm bir yerden ısırıyor seni diye düşündüm sonra insan insana benzer deyip önceden izlemediğime kanaat getirmiştim.Piiiiiiii bana!

Ve kendisine de bir daha hayran olduğumu söylemeden geçemeyeceğim.Bu kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum.
Ama sizce de çok başka durmuyor mu?
Mime uydu mu uymadı mı emin değilim ama şu an içimdeki sesler bunları düşünüp tartışıyorlardı.Ve mim zaten çok dolaştığı için direk birine paslamıyorum.Eğer bu yazıyı okuyup yazmamışsanız buyrunuz mimlendiniz çingular^^

Burayı filmi izlemediyseniz okumayınız!Benden söylemesi ;)

-SPOİ-

Filmin sonu neydi öyle?!Umutluydum ben bu kurtarır kızı da diyordum.Ama kızı kurtarmış olsaydı da film anlatmak istediğini anlatamayacaktı.Kuzeyli ve Güneylileri aynı yere atmaya başladığında benim saf tarafım onlar kişi olarak çoğalıyor naptın çıkarlar diye 2 saniye isyanda kaldı.Sonraysa fark ettim ironiyi.Onlar açısından düşünürsek düşman aynı düşman hedef desen yine aynı.Ama senle ben sebepsiz yere zıttız birbirimize gıcığız!!Ortak nokta bulmak mı imkansız!!!Çokça benzesek de birbirimize kabul etmeyiz asla bunu.Düşününce sırf Kore'de değil tüm dünyada böyle bu.Aynı olduğumuzu fark ederiz umarım bir gün.

Kuzeylilerin elinden kurtardığı Güneyli ajanın da son sahnelerde yine çıkması şu benim yazdıklarımı onlara anlatmaya çalışması da mantıklı güzel bir nokta olmuş.Yine anlamadılar ama ;



"Mücadele etmemizin sebebi dünyayı değiştirmek için değil..Dünyanın bizi değiştirmesine izin vermemek için.."

Silenced filminin sonunda yazmıştı o zamandan beri de zihnimde.Boşa kürek çektiğimi düşündüğümde kürekleri atmamı engelliyor ;)

21 Haziran 2012

Gidiyorum mu ne?

Bu sıralar istediğim kadar yazmaya başladım diye sevinirken yine seninle bir ayrılık göründü blogcuğum :'( Bu sefer ki benim tembelliğimden değil kendime iş çıkarma huyumdan dolayı.Otur oturduğun yerde yap stajını gitsin ama yok ben istisna bir varlığım o yüzden çöllltte andeeee!! :P Hiç lafı uzatmayım kısaca ben bir ay buralarda yokum (''Kendine iyi bak.Hadi öptüm :P '' yazası geliyor insanın bu cümleden sonra).Hem seviniyorum gidiyorum diye hem üzülüyorum.Zaten şaşkın ve de kararsız biriydim yani durum hala aynı :)

Plan plan planlarım vardı birkaç yazı stoklayıp gidecektim ama bu da mümkün olmadı.Ve Agasshi mim hala aklımda ama dönünce yazarım artık.Aslında bu da bir iç ses yazısı gibi oldu ama gelince kendimi yazmaya zorunlu hissederim mimim olursa^^ Tahminlerime göre ben dayanamayıp telefondan bloglara girerim.Sizin yazılarınızı daaa yorum bırakamam ama okurum yani haberiniz olsun;)

ben de bilmiyorum ki :)



Ben yokken izlemediyseniz şunları izleyin efenim ;

Aslında hepsini daha ayrıntılı yazmak isterdim ama zaman sorunsalı :/

Queen In Hyun's Man (Ne kadar şeker bir dizi kendisi bir bilseniz!Ama ben son bölümlerini izlemeden gitmiş olacağım galiba siz benim yerime izleyin kesin bunu!)

I Need Romance ( Şeker,sevimli,tatlı kelimeleri yerine artık bu dizinin adını kullanın efendim^^ )

The King 2 Hearts ( Ahhh Ahhhh bu dizide ben neleri içimde tutup gidiyorum ancak izleyenler anlar.Şu an burayı spoilere boğasım geliyor o derece!Hadi spoisiz yazayım o zaman en fenasını; 19.bölümde olan şey benim teeeee kaç bölüm önceden tahmin edebildiğim şey olmasaydı olmaz mıydı???!!Neden nasıl niye yapar senaristler hep bunu :'(... )

Yine yeniden görüşmek dileklerimle çingulaaaaaar^^

15 Haziran 2012

Silmeden ; Bir o daldan bir bu budaktan (mim)

Uzuuuun uzuuuun bir zaman önce Mikal Zia çingu beni mimlemişti.Silmeden bir şeylerden bahsetmeliydim ama ben ne yazsam onu mu yazsam bunu mu yazsam diye düşünmekten bir türlü yazamadım gitti.Bir de silmeden yazıyorum ya ben de acayip bir gerginlik oldu galiba :) Zaten uzun anlamsız düşük cümle kullanan biriyim bir de silmeden nasıl olacak ki vb. düşünceler sardı gitti beni.En sonunda biraz işin kolayına kaçıp kısa kısa aklımdakilerden bahsetmeye karar verdim.Aslında bunları çok önceden bir yazı yapmak istiyordum ama kısmet şimdiyeymiş^^Yani bu silmeden işi nereye götürür bilmiyorum ama bir o daldan bir bu  budaktan bir yazı olacak diye tahmin ediyorum.



Nell diye süper bir grup var.Blogcular arasında biliniyor tahminimce ama genelde olması gerektiği kadar fazlaca dinlenmeyen bir grup.Hala adını sanını duymayanlarınız çıkarsa şuradan birkaç şarkılarını dinlesinler efendim tanışmak lazım onlarla.Ben de galiba bir buçuk sene falan önce şu şarkılarıyla tanıdım kendilerini.Hala en sevdiğim şarkılarıdır.Hatırlıyorum da ilk dinlediğimde günde onbinyüz kez döndürüp döndürüp onu dinliyordum :) Ama çok güzel ne yapayım! :):)

Sonra...Geçen yıl ramazanda TRT Yamak Ahmet diye bir dizi veriyordu.Belki karşılaşmışsınızdır.Galiba Osmanlı zamanını bu yönüyle anlatan tek dizi ya da ben öyle biliyorum.Ahmet küçüklüğünden beri bir baharatçı dükkanında çalışır sonra saray mutfağında işe girer.Ama şöyle bir durum vardır.Ahmet'in çırak olduğu dönemlerde baharatçıya sürekli gelen bir kız vardır.İkisi de birbirlerini severler fakat bir zaman sonra kız baharatçıya gelmeyi bırakır.İşte Ahmet bu kızı ,yanılmıyorsam adı Dilruba'dı, sarayda görür.Ama her aşığın başına geldiği gibi onların önünde engeller vardır.Geçen ramazan ben Aaaaamet başlayacak ameeet diye diye erkenden koşardım televizyonun başına.Bu yıl yine ramazanda ikinci sezonu verilecek dört gözle beklemekteyim ben de.Hmmm bu arada yazmamışım ama Ahmet baharatın piridir.Yemeği bir koklasın içinde ne var ne yok hepsini bilir.Yok şu yemeğe bunu katalım yok buna şunu ekleyelim ustam diye diye tatlı tatlı konuşur.Ama durun ben şimdi Ahmet sevdamı anlatmaya başlarsam bu mim bitmez.Seri yazı bile yaparım Valla bu kısacık diziye :):):) Galiba tüm bölümleri internette var bu yıl ki başlamadan izlemenizi tavsiye ederim.Ya da hiç yoktan bunu izleyin en sevdiğim kısımlarından;





İkinci video biraz uzun ama tamamını izleyemem derseniz ilk bir dakikasını izleseniz yeter .Ahmet'im çok güzel konuşuyor ;) Ve şu hikaye ve şu dua da çok güzel :D :D yok ben daha ayrıntı isterim derseniz bir blogu bile var bakınız ;)

Eurovision geçeli çok oldu ama o zamanlar yazmaya zaman bulamamıştım.Benim favorim Roman Lob'du.Pek bir derece yapamadı ama şarkısı gerçekten güzel.Hmmmm kendi de oldukça yakışıklı :) :)  Bence dereceye girememelerinin sebebi sahneyi çok boş tutmaları Lena da olduğu gibi yapalım demiş yine Almanya ama tutmadı bu sefer.Neyse efendim dinleyin şarkı çok hoş ;



Bir deee Nil'in yeni albümünden haberdar mısınız? Bir dakika civarında 9 tane de mini klipleri var.Bazıları cidden çok güzel neden bu kadar kısa diye insanı deli edecek cinsten.Üstelik klipleri de çok şeker.Hepsini de bir bakmalısınız.Mesela benim sevdiklerim;







Nil şarkılarına bakınırken bir de yanda Mehmet Erdem çıktı.Şu aralar sık sık karşıma çıkıyor kendileri nedendir bilmem.Eğer hiç dinlemediyseniz şu ve şu şarkılarına bir bakın.Aaa hatta kendileri Leyla ile Mecnun'da Ali Atay'ın söylediği Yalan'ı tekrar söylemiş.Ben hep ilk dinlediğimi sevdiğim için pek ısınamadım o haline ama seven tanıdıklarım var bakınız; Mehmet Erdem-Yalan...Leyla ile Mecnun demişken geçenlerde Erdal Bakkal'ın filmine gittim-Öz Hakiki Karakol.Orta düzey bir komedi filmiydi.Benimki gibi gidecek hiç film bulamazsanız gitseniz yeter.Bir grup hırsız mı diyim ne diyim işte onlar bir otelin kumarhanesini soymak için sahte bir karakol kuruyorlar.Filmde sadece iki üç şeye güldüm.Staja gelen polislere mesela,o kadar da yapılmaz ki olmayan karakola nasıl stajyer gönderilir.Bu yaz ben de staj yapacağım yaa hahahahha bana da böyle birşey yapıyorlarmış,beklenir cidden bu karmaşık düzenden ;D ;D ;D Asıl ne diyecektim filmle ilgili Allah belanı vermesin senin e mi palyaço!!!Gıcır gıcııır gıcıııır başıma ağrılar saplandı sen o sandalye de döndükçe.Sinir krizinden sinir krizine atladım resmen!Pis tuvalet terliği seni!





Bugün bir arkadaşım bu şarkıyı bir dinle demişti.Ben de size dinleteyim.Belki biliyorsunuzdur zaten çokça izlenmiş ama televizyondan uzak kalınca benim hep sonra sonra haberim oluyor.Yanlış hatırlamıyorsam adamımız İspanyol sesi de kendi de şarkısı da çok tatlı.Hatta bakınız sizin için İngilizce çevirisini vereyim. Maalesef Türkçe'si yok henüz :/ Yalnızca Sen;




Demişken demişken diye diye bu mim bitmeyecek :) Son olarak size bir Cecung fotoğrafı göstereyim.Çok şeker bir şey bu Jae yaaa neden seviyorum ki onu bu kadar^^Jae ve Ankara yazımı okumak isterseniz de sizi şöyle alabilirim; JJ




Hmmm az kalsın mimi paslamayı unutuyordum.Gözümden kaçmadıysa yazmadınız bu mimi Hoi Hoi ve Agasshi :) Kolay gelsin şimdiden size!

Not; resimler alıntıdır.
Daha önemli not; sizi düşünerek okuduğunuzu anlamanız için sildim ben bazen kusura bakmayın.Yalan olmasın di mi?^^

13 Haziran 2012

Sevimli bir bebek için baba aranıyor!!



Bilgisayarımda bir komedi fırtınası saklanıyormuş da haberim yokmuş.Bir ara arkadaşımdan 3 Baba 1 Anne'nin bölümlerini almıştım ama aşağı yukarı konusunu biliyorum ben bunun diye hep erteliyordum geçen gün başladım.İyi ki de başlamışım sıcacık bir komediyle karşı karşıya kaldım.Konusuna değinirsek istendiği kadar sıradan yazılırsa yazılsın komik olacağı anlaşılır ;

Na Yeong-Seong Min

Jeong Seong Min ve Song Na Yeong evli şeker mi şeker bir çift.Çift demek biraz eksik sayılabilir zira her hafta evlerine  Seong Min 'in üç arkadaşı geliyor.Oyun oynayıp,çamaşırlarını makinede yıkatıp yani evi dağıtıp gidiyorlar.Ama bir yandan da o kadar düşünceliler ki kızamıyorsun bile :)

Na Yeong'a tam bir bebek hastası diyebiliriz.Sanırsam bizim başbakanı duymuş olacak 3 çocuk istiyor.Ama doktora bile gitmelerine rağmen bir türlü çocukları olmuyor.Na Yeong'un bu haline dayanamayan  Seong Min 'in aklına ise ilginç bir fikir geliyor ve en yakın arkadaşlarından spermlerini istiyor.Bu olaylar yaşandıktan sonraysa Na Yeong hamile kalıyor.Fakat daha bebekleri doğmadan  Seong Min'i kaybediyoruz.Na Yeong'la ilgilenecek kimse olmadığından ve bebeğin babası olma ihtimalleri bulunduğundan dolayı bu üç arkadaş Na Yeong'la ilgileniyor.Vee bu üçününde birbirinden ilginç kişilikleri olunca işler gittikçe komik bir hal almaya başlıyor:):)





Han Soo Hyun



Bir şirkette finans danışmanı olarak çalışıyor.Ben hep öyle yerlerde çalışanların işlerinden zevk alamayacağını düşünürdüm ama öyle değilmiş galiba.Kendisini tek kelimeyle anlatacak olursak CİMRİ!!Dakika başı para hesabı yapıyor.Bir yerden bir şey alırken yani eli cüzdanına her gittiğinde 'ÇOK PAHALI' ymış repliğini kullanmadan geçemiyor.Hadi kendin harcarken anladık da millete de laf sokuyor o derece manyak 'çok pahalı gereksiz bir şey o, çok mu paran var? ' :) :) Başlarda beni delirtiyordu ama şimdi alıştım artık tutumlu çocuk sadece :D :D Aaa bu arada tahmin edersiniz ki en büyük hayali de zengin bir kadınla evlenmek :D Eğer zenginseniz kaçırmayın bence cimriliği dışında başka bir kusuru yok iyi kalpli bir insan^^Dıştan böyle gerçekçilikle kuşatılmış gibi görünse de düşünceli.



Choi Kwang Hee



Bu şekerliğimle ben manga karakteri olamıyorsam bari mangaka olayım demiş bir kişi.Dizi boyunca mimiklerine ,o gözlerini koca koca açmasına ,kafasını sallaya sallaya konuşmasına bayıldım bayıldım bayıldım!Bir de diken diken duran saçlarına :) Sizce de çok tatlı değil mi çingular? Son bölümlere doğru sanki değişti ama ilk bölümlerdeki o garip konuşma şekli de çok eğlenceliydi :D :D Helyum gazı yutmuş gibi ciyak ciyak vızıldayan sesi hala kulaklarımda diyebilirim.Mangaka olduğu için en rahat çalışma saatleri onun bu yüzden bebek doğunca en çok o ilgileniyor.Bense bir bebeğin şekerliğine bir Kwang Hee'ye baka baka gülümsüyorum.Ve tabi Kwang Hee'mizinde bir kusuru var acayip ÇAPKIN!Bebeğe bağlanmadan önce her gün bir kızla date'e gidiyordu :) Odasında kaç farklı kızla çekilmiş fotoğraf çerçevesi var sayamadım yani,bir de sıralamış arka arkaya hangisi gelirse onu öne koyacak herhalde :D Her neyse işte insanın görünce 'ayy sen ne tatlı şeysin!' diyerek yanaklarını çekiştiresi gelen biri.


Na Hwang Kyung Tae 


Veee işte en çok sevdiğim:) Kwang Hee ile arasında çok kararsız kaldım ama bu adamın saflığına hayranım ne yapayım? :D Bir şey yaparken diğerleri gibi akılcı düşünmüyor o an aniden ne yapmak isterse onu yapıyor.Başlar da polis merkezinde -kendisi polis- adını deliye çıkarsalar yeriydi bence!Diğerlerine çok iyi kalpli dedim ama iyi kelimesi tamamen Na Hwang Kyung Tae'de anlamını buluyor (evet adı bayaaa uzun^^).Onun bu içtenliği doğallığı olmasaydı diğerleri de çocuğa bu kadar bağlanmazdı bence.Polis olarak ne kadar başarılı güçlüyse ingilizce konusunda da o kadar kötü.Bir türlü ingilizce kelimeleri tam söyleyemiyor (hahahahhaah belki de içim bu yüzden çok ısınmıştır sana Kyung Tae-shiii ^^).Dolayısıyla İngilizceden nefret ediyor denilebilir.Ama tabi biz onun İngilizce söyleyemediği kelimelere bayılıyoruz.Zaten sevimli bir kişilik daha da sempatik oluyor bence.Hmmm Kyung Tae'ye de bir sorun bulmalıysak o da ayak kokusu sayılabilir (Adam polis abi ordan oraya koşuyor bütün gün kokacak tabi ayağı ne sandınızdı!).Yanlış anlama ve abartma konusunda da üstüne yok.Söylenilen şeyin altında acaba bir gönderme var mı diye düşünebiliyor.Saflığından ya da mesleğinden kaynaklı olabilir.Ayrıca ben saf saf derken bu kelimeyi iyi anlamda kullanıyorum sakın yanlış anlamayın!Son olarak; İşte adam gibi adam tanımına uyan şahsiyet :D :D :D Ahhh bi de kıskanç halleri :):)


Çok hafiften spoiler;

Cimrimizin zengin kızı tavlayacağım diye sanat galerisine gidip temizlikçinin kovasını sanat esri sanması...Uzaktan inceleyip inceleyip çok bir şey anlamış gibi wonderful diye bağırmıştı:)Ahh yavrum neyine gerek zengin kız onu tavlayacağım diye yalancılar padişahı kesildin başımıza.
WONDERFUL :D
Sen de hemen pes edecektin Kwang Hee'm ya!Biri sana çöp dedi diye bu da yapılmaz ki :) :)


Doğum günü partisinde söyledikleri çok güzeldi.Fakat Kwang Hee bu gözlükler ne!Ivana Sert görse 'bizimle değilsin!' der.Hangi dolmuşçunun gözünden aldın onu bakiyim?


Bu sahne çok güzeldi.Neden bu kadar iyisin Kyung Tae?


Ahhh sizin yanlış anlamalarınız beni öldürecek savaşa gidermiş gibi:)Bir de kucakta bebek :))


Bebeğin aklı karışmasın tabi; appa,dady,papa...Kyung Tae dady olmayı kabul etmemişti.İngilizceyi sevmediğini bilmiyorlar mı yani? :D :D


Şekeri Kwang Hee'ye verince diğerlerinin bozulması :):) Neye bozuluyorsunuz ama hak etti çocuk hep uğraştı onunla!


Şimdi ise sıra geldi Ha Seon'a :)):)) Hala izlemeye ikna olmadıysanız buyrunuz efendim;



*Fotoğrafların bir kısmı alıntı bir kısmı bana aittir.